43’üncü sene-i devriyesinde Kıbrıs Barış Harekatı
Kıbrıs; tarihi, coğrafi, manevi, siyasi, ve stratejik sebeplerden dolayı Türkiye açısından büyük önem arz eden vatan topraklarından biri olmuştur. Ayrıca, adada yaşayan soydaşlarımız ve oranın jeopolitik konumu Türkiye için önemini arttırmaktadır. Kıbrıs’ın İslam tarihiyle bağlantısı Hz Osman dönemine kadar gider. Zira, Halife Osman zamanında 649 yılında fethedilmiştir. Sonraki dönemlerde 16. yüzyıla kadar değişik devletlerin hâkimiyetleri altında el değiştiren Kıbrıs 1570 yılında Osmanlılar tarafından fethetmiştir. Ancak, Kıbrıs’ın mühim bir tarihi özelliği de, adanın hiçbir zaman Yunan hâkimiyeti altına girmemesidir.
Kıbrıs, jeopolitik açıdan Akdeniz’i kontrol eden bir gemi ya da kale hükmünde olduğundan dolayıdır ki 1878 yılında önce İngilizler tarafından geçici olarak devralındı sonra da 1914 yılında resmen işgal edildi. Ancak 1878’de İngilizler geçici olarak adaya hâkim olunca Rum kilisesinin başı da bu değişikliği fırsat bilerek İngiliz valisine müracaat etmiş ve Enosis (yani Yunanistan’la birleşme) isteğinde bulunmuştu. Artık bu dönemden sonra adada Türk ve Rum halkları arasında ayrışma ve yabancılaşma süreci artarak devam edecekti. 1974 yılına kadar devam eden bu süreçte Kıbrıs’taki önemli oranda Türk nüfusu adayı terk etmek zorunda kalmıştı. İngilizleri adadan çıkarmak, Türkleri ise asimile etmek ya da sürmek amacıyla 1955 yılında kurulan EOKA örgütünün terör faaliyetlerine başlamasından sonra Türkiye Kıbrıs’la ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır.
Bu tarihe kadar Türkiye, Kıbrıs adasını ele geçirmek isteyen Yunanistan karşısında sessiz bir politika izlemeyi uygun görmüştür. Bu sessizliğin nedeni; Kıbrıs’ın, İngiltere’ye ait olmasından ileri geliyordu. Yunanistan’ın Kıbrıs konusunu 1954 yılında Birleşmiş Milletlerin gündemine getirmesi üzerine, Türkiye de, bu soruna taraf olduğunu ortaya koymuştur. Bu tarihten sonra Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda izlediği politikalar üç temel safha üzerinde şekillenmiştir. Türkiye birinci safhada; Kıbrıs’ın, İngiltere tarafından Türkiye’den alındığını ileri sürerek, adanın bütünüyle Türkiye’ye geri verilmesi anlamına gelen ‘ilhak’ tezini savunmuştur. Ancak, kısa bir süre sonra bu politikanın başarılı olamayacağı anlaşılmıştır. Türkiye, ikinci safhada; dönemin siyasi, ekonomik koşullarının zorlaması ve İngiltere’nin de baskıları sonucunda, 1957 yılından itibaren, Kıbrıs adasının paylaşılmasına razı olmuş, yani ‘taksim’ tezini benimsemiştir. Ancak bu politika da, Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu yüzünden uygulanamamıştır.
Türkiye, üçüncü ve son safhada ise; İngiltere’nin dayattığı ve taraflara baskı yaparak kabul ettirdiği, federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması çerçevesinde bir çözümü kabul etmiştir. Bu çözümün sonucu olarak, 1959’da Zürich ve Londra Antlaşmaları imzalanmış ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Kıbrıs Federal Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak 1960 yılında kabul edilen anayasa ve düzenlemelerle Enosis hedeflerine ulaşamayacağını anlayan Kıbrıs Rum Yönetimi, Aralık 1963 yılında Türk tarafına 13 maddelik bir muhtıra vererek anayasa değişikliği yoluyla Rumların boyunduruğunu kabul etmelerini istemiştir.
Bu isteğin Kıbrıslı Türkler tarafından reddedilmesinden sonra, EOKA terör faaliyetlerine başlamış; katliam, tedhiş uygulamaları ve baskılar 1963 yılından 1974 yılına kadar artarak devam etmişti. Bu dönem boyunca Rumlar 103 Türk köyünü yıkıp talan etmiş ve 117 Camiyi de tahrip etmişlerdir. 3 aylıktan 90 yaşına varıncaya kadar yüzlerce Türk öldürülmüş ve 25 bin Türk yerlerinden yurtlarından göç ettirilerek adanın % 3 lük bir bölümüne sıkıştırılmıştır. Kıbrıs’ta Türklere uygulanan baskı ve şiddetin tahammül edilemez boyutlara ulaşması Türkiye’yi adaya bir Barış Harekâtı yapmaya sevk etmiştir. Bundan başka bu dönemde Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için fırsat kollayan Atina’daki askeri cuntanın 15 Temmuz 1974’te Lefkoşa’da bir askeri darbe yaptırması, Türkiye’ye 20 Temmuz’da icra edeceği askeri bir harekât için meşru zemini sağlamıştı.
İngiliz Arşiv Belgeleri, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasında temel rolü oynayan kişinin dönemin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan olduğunu belirtmektedir. Başbakan Bülent Ecevit’in ise daha ziyade savaşa girmeden diplomatik ve siyasi bir çözüm aradığı belgelerde ifade edilmektedir. Ancak durum her ne kadar böyle olsa da neticede Kıbrıs Harekâtı kararı, dönemin tüm devlet adamları ve askeri yöneticilerinin ortak karar ve iradeleriyle alınmış ve zaferle neticelendirilmişti. Dolayısıyla harekâtta emeği geçen başta merhum Erbakan, Ecevit, Türkeş ve Semih Sancar Paşa olmak üzere tüm vefat eden devlet adamlarının ruhları şad olsun ve tüm şehitlerimize rahmet olsun. Gazilerimize Allah sağlık ve uzun ömürler versin. Harekâtla, bir taraftan mühim bir askeri zafer ve başarı kazanılırken diğer taraftan adada kalıcı bir barış tesis edilmiştir.